17 Nisan 2011 Pazar

Son Doğal Tohumlar

Aylin Göçmen'in 14 Nisan 2011 tarihli Birgün yazısı:

''Siz de duydunuz mu bilmem kulaktan kulağa şu öykü yayılıyor şimdilerde: Anadolu’nun bir köyünde anababalarının ölümüyle yıllardır uğramadıkları köye evine dönüyor üç kardeş. Birkaç günlük üzüntü ve telaştan sonra çocukluk eşyalarını gözden geçirmeye karar veriyorlar. Odalar, yüklükler, sandıklar derken sıra evin yanındaki terk edilmiş ahıra geliyor. İşte tam orada, ahırın karanlık köşesinde bir bez torba içinde inanılmayacak bir şey buluyorlar: Yıllar öncesinden kalma bir torba dolusu doğal domates tohumu.

Üçkardeş keşfettikleri tohumların Anadolu’nun elde kalan son tohumları, bir daha hiçbir paranın, hiçbir fabrikanın, hiçbir teknolojinin üretemeyeceği son doğal hazinesi olduğunun biliyorlar. Peki ne yapıyorlar?

Ama önce siz söyleyin: Elinize Anadolu’nun son doğal, gerçek domates tohumları geçse siz ne yaparsınız? Yakılmadan önce her bir sayfasını başka birilerinin ezberlediği yasaklı kitaplar gibi siz de her bir tohumu birilerine emanet edip doğalı tümüyle yitirecek gelecek kuşaklar için mi saklarsınız? Hemen doğal tohum üretmeye başlayıp İsrailli tohumculara karşı bir doğa savaşı mı başlatırsınız? Yoksa yalnızca kendi ailenize yedirmek için bahçenize gizli gizli domates mi yetiştirirsiniz? Söyleyin ne yaparsınız?

KÜÇÜK KÜÇÜK EKSİLİYORUZ…

Durumumuz vahim dostlar! Doğal olan ne varsa kaybediyoruz. Küçük küçük hatta kocaman kocaman eksiliyoruz. Çoğu zaman bizden koparılıp alınanın ne olduğunun farkına bile varmıyoruz. Ara sıra birkaç haber takılıyor kulağımıza. Bir yerlerde bir nükleer santral inşa etmeye hazırlanıyormuş iktidar; birkaç yıl sonra hiç balık kalmayacakmış denizlerde; daha geçen yıl cayır cayır yanışını gözyaşları içinde izlediğimiz ormanın yerinde büyük bir otelin açılışı olacakmış; bir yerlerde bir göl kurumuş da, ardından oradan beslenen bütün kuşlar ölmüş diye… Duyuyoruz. İrkiliyoruz. Çocuklarımıza bakıp üzülüyoruz. Birkaç gün üzülüp sonra unutuveriyoruz!

GDO’LU MISIRLAR YÜZÜNDEN…

Unutmuyoruz da sanki unutturuluyoruz. Sanki yediğimiz GDO’lu mısırlar, glikoz şurupları ya da fabrika damgalı çift sarılı yumurtalar bir çeşit genetik salaklık yaratıyor hepimizde... Sıra çevreye geldiğinde sus pus oluyoruz. Birileri biraz ayaklanacak, direnecek olsa yanlarından kaçıyoruz. Direnen Bergamalı köylülerden ‘Asteriksler’ yaratıyoruz. Antik kentleri savunan sanatçıları azarlayan Bakanları tepkisizce izliyoruz. Doğa için direnenlerin hep küçük düşürüldüğü, geri kafalı ilan edildiği bir düzen yaratıyoruz.

Politikacıların da durumu ortada. Mesela Kemal Kılıçdaroğlu’nun bile nükleer enerjiye karşı olmadığını öğreniyoruz, şaşkınlıkla… CHP Başkanının karşı olduğu sadece ihalenin veriliş biçimi. ‘Neden Rusya yapacak bizim santralimizi?’ diye soruyor Kılıçdaroğlu. Nükleer santralimizi Almanya ya da Amerika yapacak olsa hiç sorunumuz kalmayacak.

Şimdilerde HES’ler de gündemimizde. Aslında HES’in ne büyük bir yıkım olduğunu anlamak hiç zor değil ama ‘enerjiye ihtiyacımız var’ diye fısıldıyor birileri bize. Bir avuç insan direniyor, koskoca ülke politikacıların kurmaca ülke hayaline inanıyoruz.

Gelelim kıssadan hisseye. Peki, köy evinde domates tohumlarını bulan üç kardeş ne yapıyor? Doğal tohumlarla doğal bir hayat kurabiliyorlar mı? Üç kardeş, köy köy, kasaba kasaba dolaşıp öykülerini anlatıyorlar; tohumlar kadar umudun, inancın gücüne de inandıkları için… Neyi yitirdiğimizi anlatıyorlar. Harekete geçmezsek başımıza nelerin geleceğini… Siz de çevrenizde anlatın bu öyküyü. Kimbilir daha kaç evde kaç unutulmuş yaşam tohumları bulacaktır insanlar…''

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder