Bahçeden öğrendiğimiz bir şeyler var:
- Domatesle mısır yan yana ekilmez. Mısır ektiğiniz adalara domates ekmeyin.
- Her adaya bir tür sarılıcı bitki ekin. Fesleğen, sarımsak otu, soğan otu, maydanoz veya dereotu gibi.
- Domatesi salatalıkla, mısırı fasulyeyle veya salatalıkla aynı adaya ekebilirsiniz.
17 Eylül 2011 Cumartesi
6 Eylül 2011 Salı
Ceviz Hanım
Biz iki haftalık bir tatil molası verdik ve Ceviz Hanım'ı annemize emanet edip gurbet ellere geldik. Küçükken eve getirdiğimiz tüm kedilerin akıbeti kendini kapıda bulmak olmuştu. Biraz da bu nedenle kediyi annemize bırakıp giderken biraz tedirgindik açıkçası.
Şimdi kilometrelerce ötede bir kafede oturmuş annemizden kedinin iyi olduğu haberlerini alıp öz eleştiri yapmaktayız. O zamanlar sokaktan eve getirdiğimiz veya bir şekilde babamızı ikna edip eve aldığımız her hayvanın tüm sorumluluğu annemizdeydi, bize ise sadece okuldan dönüp hayvanları sevmek kalıyordu. Artık hem biz -bu kısa ara dışında- kedimize ilk defa kendimiz bakabiliyoruz, hem de bahçeli bir evimiz var. Kısacası annemizin tüm endişeleri bertaraf olmuş durumda ve Ceviz'e kendi kızı gibi bakıyor.
Biz ise ikisini de çok özledik!
4 Eylül 2011 Pazar
Zeytinyağlı Portakallı Kereviz
Annemin hangi yemeklerini yazmazsak olmaz diye düşününce aklıma bu geldi. Annemden tarif almak aslında kolay olmuyor: ''İşte, koy alabildiğince, biraz ondan, biraz bundan''. ''Ama anne, ne kadar?'' diye sormanın da faydası olmuyor bu durumda. Bu yüzden annenin dediğine değil, yaptığına bakıyoruz. Mutfağa girip onun göz kararı ayırdığı malzemeleri ölçekten geçirip miktarlara ulaşıyoruz. Hem de annemin 'Aman canım, onu herkes biliyor, yazmaya ne gerek'' dediklerini de gözden kaçırmamış oluyoruz. Zahmetine değmiyor değil tabii.
20 Ağustos 2011 Cumartesi
Hanım dilendi Bey beğendi/Poşetlerden örgü kutu
Ceviz hala bizde, annem beklediğimizden daha çok benimsedi kendisini, bunda Ceviz'in annesinin bulunmasına rağmen yavrusunu almaya yanaşmamasının ve en önemlisi annemin birkaç gün içinde Ceviz'in duymadığını fark etmesinin de etkisi büyük, kısacası yavru kedimiz hem öksüz, hem de sağır.
Kağıt kutusunu 2 günde harcadı, biz de oyuncak olarak kullansın dediğimiz poşet kutuların daha dayanıklı olacağını düşünüp onun büyüğünü örmeye karar verdik. Annem de içine yine artan iplerden bir battaniye ördü. Böylece yeri hazır oldu. Şimdilik kendisini korsan papağanı sandığı için omuzda geziyor ama battaniyesini sevdi bizce.
Önce poşetlerden yumak yaptık, daha sonra basit bir kutu ördük, annem ''siz hanım dilendi, bey beğendi motifi yazın, onlar anlar'' dedi. Biz de söz dinleyelim madem.
Kağıt kutusunu 2 günde harcadı, biz de oyuncak olarak kullansın dediğimiz poşet kutuların daha dayanıklı olacağını düşünüp onun büyüğünü örmeye karar verdik. Annem de içine yine artan iplerden bir battaniye ördü. Böylece yeri hazır oldu. Şimdilik kendisini korsan papağanı sandığı için omuzda geziyor ama battaniyesini sevdi bizce.
Önce poşetlerden yumak yaptık, daha sonra basit bir kutu ördük, annem ''siz hanım dilendi, bey beğendi motifi yazın, onlar anlar'' dedi. Biz de söz dinleyelim madem.
13 Ağustos 2011 Cumartesi
Yatıya misafir: Ceviz
Artan ipleri değerlendirme süreci başlayınca, battaniyeden başka neler yapılabilir diye düşünmeye başlamıştık. O zaman poşetlerden sepet, gazetelerden elişi kutusu yapmak ilginç gelmişti. Bunların nasıl yapıldığı o gün bugündür yazılmayı bekliyordu. Ta ki sabah bahçe kapısının eşiğinde bir misafirin bizi beklediğini görene kadar... Kafası ceviz kadar olduğu için adını Ceviz koyduk. Şimdi gazeteden yapılan kutu kendisinin yatağı, poşetten sepet de oyuncağı. Bakalım Anne'den ne kadar gizleyebileceğiz?
7 Ağustos 2011 Pazar
Örgü Battaniyeler
İnanılır gibi değil, son yazı yazılalı aylar olmuş. Oysa bahçe macerasının ikinci yazısı yazılacaktı daha. Merak edenlere bahçe günlüğü ile ilgili birkaç iyi haber verebiliriz sanırım. Artık sabahları daldan topladığımız domates ve salatalıklarla kahvaltı yapmayı, turşuluk salatalarla iki küçük kavanoz turşu kurmayı ve dalından çilek koparmayı başarmış bulunuyoruz.
Gerisi zaten bahçemizde ekili olan erikleri toplayıp kış için marmelat yaparak veya yaz için bol bol şerbet hazırlayarak geçti. Tabii geçen hafta ramazan için kuru yufka hazırlanmasını da atlamamak gerek.
Artık ramazan sofraları ile ilgili tarifler vermeye başlamadan önce, annemin kışın evde artan yün, yumak ne varsa ortaya döküp yaptığı iki battaniyeyi paylaşmak istiyorum. Havalar hafif serinlemişken hamakta üzerinize örtmek için birebir...
10 Mayıs 2011 Salı
Bahçe Macerası - Bölüm 1 - Tohumlar
Merhaba,
Bahçe macerası başlasın dedik üzerinden bir aydan fazla zaman geçmiş. Boş durmadık tabi bu arada, lafı uzatmadan hemen geriye sayıyor ve tohumları ekmemize dönüyorum.
İnternette tohum araştırıp her gördüğümüz tohuma hevesle baka baka nihayet bir liste oluşturup siparişimizi vermiştik. ZenGarden firmasından verdiğimiz sipariş tohumlar hemen elimize ulaşınca tatlı bir heyecan yaşadık. Mart ortalarında gelişen bu olay üzerine annemizin az sabırlı olun uyarılarını dinlemeden bir anda coşup torf bulduk ve baharlık tohumların hepsini saçtık toprağa.
Tohumların ekim tarihi 21 Mart olarak tarihimize altın harflerle yazıldı.
Bundan sonraki bir iki gün halimiz pek komikti, iki dakikada bir kapların başına gidip çimlenme olup olmadığına bakıyorduk.
Sağolsunlar, tohumlarımız da bizi çok bekletmedi, salatalık ve bamya tohumları üçüncü günde mini mini baş gösterdiler.
Diğer tohumlarımız biraz daha beklediler, örneğin domatesler 5. günde başlarını gösterirken, patlıcanlar 8 gün kadar bekledi.
Doğal olarak artık elimizde fısfısla çimlenme kapları üzerindeki nöbetimiz sürekli hale gelmişti. Konu komşu pencerenin önündeki kapları gördükçe bostan kurmaya kalktığımızdan şüphelenmeye başlamıştı.
Ama biz pek hevesliydik, derken annemin uyarılarını dinlemememden kaynaklanan bir hatamı daha farkettim bu arada.
Tohumlara çok az çimlenme alanı vermiştim, torfu derin koymamış nasılsa şaşırtacağız diye düşünmüştüm. Bu sebeple mini mini bitkilerimize üstten biraz toprak takviyesi yaptık. Bazılarını da Eminönü'nden bulduğum büyükçe plastik kaplara şaşırttık. Aslında şaşırtma için erkendi zira gerçek yapraklar henüz çıkmamıştı ama elden birşey gelmedi.
Nihayetinde bardaklara şaşırttıklarımız gayet mutlu oldu biz de pek sevindik. Bamyalara ise sadece biraz toprak eklemiş ama yerlerinden oynatmamıştık.
Maalesef bamyalar bu tavrımızı pek hoş karşılamadı. Teker teker boyun büktüler. Son birkaçını şaşırtıp kurtarmaya çalıştık ama nafile. Çok üzülerek bütün bamyalarımızı kaybettik. Oysa ilk filizlenerek bizi çok mutlu etmişlerdi.
Seneye tekrar bamya denemeye karar vererek ve gözlemlerimizden birşeyler çıkarmaya çalışarak kalan bitkilerimize yoğunlaştık.
Bu sırada evde salonun durumu görülmeye değerdi doğrusu. Camların önü tamamen plastik bardak doluydu ve bir camın önünde de eski bilgisayar masası tamamen filizlenen ya da filizlenmeyi bekleyen tohumlar tarafından işgal edilmişti.
Bunun ardından bizi bolca bekleten yeşilliklerimiz çıkmaya başladı. Maydanozlar, fesleğen ve dereotları ufak ufak toprağın üzerine çıktıkça biz de artık bu kadar çok bitkiyi nereye ekeceğimiz konusunu düşünmeye başladık.
Evet biraz abartmıştık...
Bahçe macerası başlasın dedik üzerinden bir aydan fazla zaman geçmiş. Boş durmadık tabi bu arada, lafı uzatmadan hemen geriye sayıyor ve tohumları ekmemize dönüyorum.
İnternette tohum araştırıp her gördüğümüz tohuma hevesle baka baka nihayet bir liste oluşturup siparişimizi vermiştik. ZenGarden firmasından verdiğimiz sipariş tohumlar hemen elimize ulaşınca tatlı bir heyecan yaşadık. Mart ortalarında gelişen bu olay üzerine annemizin az sabırlı olun uyarılarını dinlemeden bir anda coşup torf bulduk ve baharlık tohumların hepsini saçtık toprağa.
Tohumların ekim tarihi 21 Mart olarak tarihimize altın harflerle yazıldı.
Bundan sonraki bir iki gün halimiz pek komikti, iki dakikada bir kapların başına gidip çimlenme olup olmadığına bakıyorduk.
Sağolsunlar, tohumlarımız da bizi çok bekletmedi, salatalık ve bamya tohumları üçüncü günde mini mini baş gösterdiler.
Diğer tohumlarımız biraz daha beklediler, örneğin domatesler 5. günde başlarını gösterirken, patlıcanlar 8 gün kadar bekledi.
Doğal olarak artık elimizde fısfısla çimlenme kapları üzerindeki nöbetimiz sürekli hale gelmişti. Konu komşu pencerenin önündeki kapları gördükçe bostan kurmaya kalktığımızdan şüphelenmeye başlamıştı.
Ama biz pek hevesliydik, derken annemin uyarılarını dinlemememden kaynaklanan bir hatamı daha farkettim bu arada.
Tohumlara çok az çimlenme alanı vermiştim, torfu derin koymamış nasılsa şaşırtacağız diye düşünmüştüm. Bu sebeple mini mini bitkilerimize üstten biraz toprak takviyesi yaptık. Bazılarını da Eminönü'nden bulduğum büyükçe plastik kaplara şaşırttık. Aslında şaşırtma için erkendi zira gerçek yapraklar henüz çıkmamıştı ama elden birşey gelmedi.
Nihayetinde bardaklara şaşırttıklarımız gayet mutlu oldu biz de pek sevindik. Bamyalara ise sadece biraz toprak eklemiş ama yerlerinden oynatmamıştık.
Maalesef bamyalar bu tavrımızı pek hoş karşılamadı. Teker teker boyun büktüler. Son birkaçını şaşırtıp kurtarmaya çalıştık ama nafile. Çok üzülerek bütün bamyalarımızı kaybettik. Oysa ilk filizlenerek bizi çok mutlu etmişlerdi.
Seneye tekrar bamya denemeye karar vererek ve gözlemlerimizden birşeyler çıkarmaya çalışarak kalan bitkilerimize yoğunlaştık.
Bu sırada evde salonun durumu görülmeye değerdi doğrusu. Camların önü tamamen plastik bardak doluydu ve bir camın önünde de eski bilgisayar masası tamamen filizlenen ya da filizlenmeyi bekleyen tohumlar tarafından işgal edilmişti.
Bunun ardından bizi bolca bekleten yeşilliklerimiz çıkmaya başladı. Maydanozlar, fesleğen ve dereotları ufak ufak toprağın üzerine çıktıkça biz de artık bu kadar çok bitkiyi nereye ekeceğimiz konusunu düşünmeye başladık.
Evet biraz abartmıştık...
17 Nisan 2011 Pazar
Son Doğal Tohumlar
Aylin Göçmen'in 14 Nisan 2011 tarihli Birgün yazısı:
''Siz de duydunuz mu bilmem kulaktan kulağa şu öykü yayılıyor şimdilerde: Anadolu’nun bir köyünde anababalarının ölümüyle yıllardır uğramadıkları köye evine dönüyor üç kardeş. Birkaç günlük üzüntü ve telaştan sonra çocukluk eşyalarını gözden geçirmeye karar veriyorlar. Odalar, yüklükler, sandıklar derken sıra evin yanındaki terk edilmiş ahıra geliyor. İşte tam orada, ahırın karanlık köşesinde bir bez torba içinde inanılmayacak bir şey buluyorlar: Yıllar öncesinden kalma bir torba dolusu doğal domates tohumu.
Üçkardeş keşfettikleri tohumların Anadolu’nun elde kalan son tohumları, bir daha hiçbir paranın, hiçbir fabrikanın, hiçbir teknolojinin üretemeyeceği son doğal hazinesi olduğunun biliyorlar. Peki ne yapıyorlar?
Ama önce siz söyleyin: Elinize Anadolu’nun son doğal, gerçek domates tohumları geçse siz ne yaparsınız? Yakılmadan önce her bir sayfasını başka birilerinin ezberlediği yasaklı kitaplar gibi siz de her bir tohumu birilerine emanet edip doğalı tümüyle yitirecek gelecek kuşaklar için mi saklarsınız? Hemen doğal tohum üretmeye başlayıp İsrailli tohumculara karşı bir doğa savaşı mı başlatırsınız? Yoksa yalnızca kendi ailenize yedirmek için bahçenize gizli gizli domates mi yetiştirirsiniz? Söyleyin ne yaparsınız?
KÜÇÜK KÜÇÜK EKSİLİYORUZ…
Durumumuz vahim dostlar! Doğal olan ne varsa kaybediyoruz. Küçük küçük hatta kocaman kocaman eksiliyoruz. Çoğu zaman bizden koparılıp alınanın ne olduğunun farkına bile varmıyoruz. Ara sıra birkaç haber takılıyor kulağımıza. Bir yerlerde bir nükleer santral inşa etmeye hazırlanıyormuş iktidar; birkaç yıl sonra hiç balık kalmayacakmış denizlerde; daha geçen yıl cayır cayır yanışını gözyaşları içinde izlediğimiz ormanın yerinde büyük bir otelin açılışı olacakmış; bir yerlerde bir göl kurumuş da, ardından oradan beslenen bütün kuşlar ölmüş diye… Duyuyoruz. İrkiliyoruz. Çocuklarımıza bakıp üzülüyoruz. Birkaç gün üzülüp sonra unutuveriyoruz!
GDO’LU MISIRLAR YÜZÜNDEN…
Unutmuyoruz da sanki unutturuluyoruz. Sanki yediğimiz GDO’lu mısırlar, glikoz şurupları ya da fabrika damgalı çift sarılı yumurtalar bir çeşit genetik salaklık yaratıyor hepimizde... Sıra çevreye geldiğinde sus pus oluyoruz. Birileri biraz ayaklanacak, direnecek olsa yanlarından kaçıyoruz. Direnen Bergamalı köylülerden ‘Asteriksler’ yaratıyoruz. Antik kentleri savunan sanatçıları azarlayan Bakanları tepkisizce izliyoruz. Doğa için direnenlerin hep küçük düşürüldüğü, geri kafalı ilan edildiği bir düzen yaratıyoruz.
Politikacıların da durumu ortada. Mesela Kemal Kılıçdaroğlu’nun bile nükleer enerjiye karşı olmadığını öğreniyoruz, şaşkınlıkla… CHP Başkanının karşı olduğu sadece ihalenin veriliş biçimi. ‘Neden Rusya yapacak bizim santralimizi?’ diye soruyor Kılıçdaroğlu. Nükleer santralimizi Almanya ya da Amerika yapacak olsa hiç sorunumuz kalmayacak.
Şimdilerde HES’ler de gündemimizde. Aslında HES’in ne büyük bir yıkım olduğunu anlamak hiç zor değil ama ‘enerjiye ihtiyacımız var’ diye fısıldıyor birileri bize. Bir avuç insan direniyor, koskoca ülke politikacıların kurmaca ülke hayaline inanıyoruz.
Gelelim kıssadan hisseye. Peki, köy evinde domates tohumlarını bulan üç kardeş ne yapıyor? Doğal tohumlarla doğal bir hayat kurabiliyorlar mı? Üç kardeş, köy köy, kasaba kasaba dolaşıp öykülerini anlatıyorlar; tohumlar kadar umudun, inancın gücüne de inandıkları için… Neyi yitirdiğimizi anlatıyorlar. Harekete geçmezsek başımıza nelerin geleceğini… Siz de çevrenizde anlatın bu öyküyü. Kimbilir daha kaç evde kaç unutulmuş yaşam tohumları bulacaktır insanlar…''
''Siz de duydunuz mu bilmem kulaktan kulağa şu öykü yayılıyor şimdilerde: Anadolu’nun bir köyünde anababalarının ölümüyle yıllardır uğramadıkları köye evine dönüyor üç kardeş. Birkaç günlük üzüntü ve telaştan sonra çocukluk eşyalarını gözden geçirmeye karar veriyorlar. Odalar, yüklükler, sandıklar derken sıra evin yanındaki terk edilmiş ahıra geliyor. İşte tam orada, ahırın karanlık köşesinde bir bez torba içinde inanılmayacak bir şey buluyorlar: Yıllar öncesinden kalma bir torba dolusu doğal domates tohumu.
Üçkardeş keşfettikleri tohumların Anadolu’nun elde kalan son tohumları, bir daha hiçbir paranın, hiçbir fabrikanın, hiçbir teknolojinin üretemeyeceği son doğal hazinesi olduğunun biliyorlar. Peki ne yapıyorlar?
Ama önce siz söyleyin: Elinize Anadolu’nun son doğal, gerçek domates tohumları geçse siz ne yaparsınız? Yakılmadan önce her bir sayfasını başka birilerinin ezberlediği yasaklı kitaplar gibi siz de her bir tohumu birilerine emanet edip doğalı tümüyle yitirecek gelecek kuşaklar için mi saklarsınız? Hemen doğal tohum üretmeye başlayıp İsrailli tohumculara karşı bir doğa savaşı mı başlatırsınız? Yoksa yalnızca kendi ailenize yedirmek için bahçenize gizli gizli domates mi yetiştirirsiniz? Söyleyin ne yaparsınız?
KÜÇÜK KÜÇÜK EKSİLİYORUZ…
Durumumuz vahim dostlar! Doğal olan ne varsa kaybediyoruz. Küçük küçük hatta kocaman kocaman eksiliyoruz. Çoğu zaman bizden koparılıp alınanın ne olduğunun farkına bile varmıyoruz. Ara sıra birkaç haber takılıyor kulağımıza. Bir yerlerde bir nükleer santral inşa etmeye hazırlanıyormuş iktidar; birkaç yıl sonra hiç balık kalmayacakmış denizlerde; daha geçen yıl cayır cayır yanışını gözyaşları içinde izlediğimiz ormanın yerinde büyük bir otelin açılışı olacakmış; bir yerlerde bir göl kurumuş da, ardından oradan beslenen bütün kuşlar ölmüş diye… Duyuyoruz. İrkiliyoruz. Çocuklarımıza bakıp üzülüyoruz. Birkaç gün üzülüp sonra unutuveriyoruz!
GDO’LU MISIRLAR YÜZÜNDEN…
Unutmuyoruz da sanki unutturuluyoruz. Sanki yediğimiz GDO’lu mısırlar, glikoz şurupları ya da fabrika damgalı çift sarılı yumurtalar bir çeşit genetik salaklık yaratıyor hepimizde... Sıra çevreye geldiğinde sus pus oluyoruz. Birileri biraz ayaklanacak, direnecek olsa yanlarından kaçıyoruz. Direnen Bergamalı köylülerden ‘Asteriksler’ yaratıyoruz. Antik kentleri savunan sanatçıları azarlayan Bakanları tepkisizce izliyoruz. Doğa için direnenlerin hep küçük düşürüldüğü, geri kafalı ilan edildiği bir düzen yaratıyoruz.
Politikacıların da durumu ortada. Mesela Kemal Kılıçdaroğlu’nun bile nükleer enerjiye karşı olmadığını öğreniyoruz, şaşkınlıkla… CHP Başkanının karşı olduğu sadece ihalenin veriliş biçimi. ‘Neden Rusya yapacak bizim santralimizi?’ diye soruyor Kılıçdaroğlu. Nükleer santralimizi Almanya ya da Amerika yapacak olsa hiç sorunumuz kalmayacak.
Şimdilerde HES’ler de gündemimizde. Aslında HES’in ne büyük bir yıkım olduğunu anlamak hiç zor değil ama ‘enerjiye ihtiyacımız var’ diye fısıldıyor birileri bize. Bir avuç insan direniyor, koskoca ülke politikacıların kurmaca ülke hayaline inanıyoruz.
Gelelim kıssadan hisseye. Peki, köy evinde domates tohumlarını bulan üç kardeş ne yapıyor? Doğal tohumlarla doğal bir hayat kurabiliyorlar mı? Üç kardeş, köy köy, kasaba kasaba dolaşıp öykülerini anlatıyorlar; tohumlar kadar umudun, inancın gücüne de inandıkları için… Neyi yitirdiğimizi anlatıyorlar. Harekete geçmezsek başımıza nelerin geleceğini… Siz de çevrenizde anlatın bu öyküyü. Kimbilir daha kaç evde kaç unutulmuş yaşam tohumları bulacaktır insanlar…''
16 Nisan 2011 Cumartesi
Yerel ve Ekolojik Gıda Sistemleri
Bahçeşehir Üniversitesi bu kez de "Yerel, Ekolojik Gıda Sistemleri"nin toplumsal, ekonomik ve ekolojik yönlerini masaya yatırıyor.
Bahçeşehir Üniversitesi Çevre Kulübü'nün düzenleyeceği etkinlikte doğa, insan ve hayvanların refahı için yüksek standartları benimseyen, yerel ekonomileri destekleyen ve üretici ile tüketici arasında dolaysız ilişkiyi destekleyen "Yerel ve Ekolojik Gıda Sistemleri"ni üreticiler ve tüketiciler beraber tartışacak. Kent Bahçeciliği, Balkon Tarımı, "Köyden" ekolojik beslenme gibi alternatif gıda sistemlerinin de masaya yatırılacağı etkinlik 22 Nisan 2011 Cuma günü Bahçeşehir Üniversitesi Beşiktaş Kampüsü'nde gerçekleştirilecek. Saat 13:00'da başlayacak panelde konuşmacılar:
Yeryüzü Derneği'nden Aytaç Tolga Timur (İstanbul)
Kibele Kooperatifi'nden Berin Ertürk (Adapazarı)
Toprak Ana'dan Cem Birder (Çanakkale)
Slow Food, Fikir Sahibi Damaklar'dan Defne Koryürek
Bir Başka Gıda Mümkün Girişimi'nden Kadir Dadan (Balıkesir/Ocaklar)
Bayramiç Yeniköy'den Mustafa Ülgen (Çanakkale)
Bir Umut Derneği'nden Utkan Yetimoğlu ( İstanbul)
Tarih: 22 Nisan 2011
Saat: 13:00
Yer Bahçeşehir Üniversitesi Beşiktaş Kampüsü. Salon A.203
Çırağan Caddesi, Beşiktaş / İSTANBUL
Katılım ücretsiz olup herkese açıktır.
Bahçeşehir Üniversitesi Çevre Kulübü'nün düzenleyeceği etkinlikte doğa, insan ve hayvanların refahı için yüksek standartları benimseyen, yerel ekonomileri destekleyen ve üretici ile tüketici arasında dolaysız ilişkiyi destekleyen "Yerel ve Ekolojik Gıda Sistemleri"ni üreticiler ve tüketiciler beraber tartışacak. Kent Bahçeciliği, Balkon Tarımı, "Köyden" ekolojik beslenme gibi alternatif gıda sistemlerinin de masaya yatırılacağı etkinlik 22 Nisan 2011 Cuma günü Bahçeşehir Üniversitesi Beşiktaş Kampüsü'nde gerçekleştirilecek. Saat 13:00'da başlayacak panelde konuşmacılar:
Yeryüzü Derneği'nden Aytaç Tolga Timur (İstanbul)
Kibele Kooperatifi'nden Berin Ertürk (Adapazarı)
Toprak Ana'dan Cem Birder (Çanakkale)
Slow Food, Fikir Sahibi Damaklar'dan Defne Koryürek
Bir Başka Gıda Mümkün Girişimi'nden Kadir Dadan (Balıkesir/Ocaklar)
Bayramiç Yeniköy'den Mustafa Ülgen (Çanakkale)
Bir Umut Derneği'nden Utkan Yetimoğlu ( İstanbul)
Tarih: 22 Nisan 2011
Saat: 13:00
Yer Bahçeşehir Üniversitesi Beşiktaş Kampüsü. Salon A.203
Çırağan Caddesi, Beşiktaş / İSTANBUL
Katılım ücretsiz olup herkese açıktır.
26 Mart 2011 Cumartesi
Bahçe Macerası Başlasın...
Merhabalar,
Bu bölüme en son neredeyse 1 sene önce yazı girmişiz. Şimdi yine bahar ufaktan güzel yüzünü gösteriyor, yine kuş cıvıltıları etrafı sarmaya başladı...
Ama bu sefer bizde bir sürü değişiklik var. Geçen sene bu zamanlar bir apartman dairesinde otururduk, annem de bahçe sevdasını ufak balkonumuzdaki saksılarıyla gidermeye çalışırdı. Sonra yazın başında uzun zamandır hayallerimizi süsleyen, Beykoz'daki yaşantıya doğru adımımızı attık. Zorlu uzunca bir süreçten sonra nihayet sonbahar gibi yeni evimizde oturuyorduk. Ama maalesef ev, taşınma hengamelerinde zaten minik ve halihazırda fena halde bakımsız olan bahçemizle ilgilenememiştik pek.
bahar gelsin de kolları sıvarız diyorduk, sonra bir de baktık ki bahar kapımıza kadar gelivermiş.
Bahçenin hayallerimizdeki gibi olması için daha çok çalışmak gerekiyor ama bu güzel baharı da sırf bu sebeple tembel tembel geçiremezdik. Bu sebeple bu sene biraz geçici, seyyar da olsa birşeyler dikmeye karar verdik, aslında kendimizi daha fazla tutamadık desek yeridir. Çünkü yıllardır suskun suskun takip ettiğimiz, imrenerek baktığımız, keşke birazcık bahçemiz olsa da biz de yapabilsek bunları dediğimiz harika paylaşımları olan forum ve bloglar artık bizi çağırıyordu.
Baharın gelişiyle,
http://www.agaclar.net/forum/index.php
forumlarında ve özellikle Sn.Meyvelitepe'nin blogunda
http://meyvelitepe.typepad.com bahar hazırlıklarını görünce artık kollarımızı sıvama vaktinin geldiğini anladık.
Öncelikle şunu belirteyim annem yıllardır ne ekse tutturan, minicik balkonda türlü bitkiler yetiştiren biri olabilir ama ben daha sulamadan öteye gitmemiş bir çaylak olarak pek cahil bir konumdayım. Huyum gereği de bir işe girmeden önce araştırmanın suyunu çıkarmaya meyilli olduğumdan yukarıda belirttiğim ağaçlar.net, meyvelitepe ve diğer birçok kaynağı günlerce hatmedip notlar aldıktan sonra Zengarden'ın gittigidiyor'daki dükkanından bir sürü tohumu sipariş ediverdim...
Annem bu kadar abartmama biraz laf etti tabii, çünkü sanırım 40'a yakın tohum çeşidi almıştım ama ne yapayım blogları okuyup insanların ne güzel şeyler yaptıklarını görünce kendimi tutamamıştım.
İşte annemle beraber tohumlarımızın bize gelişiyle beraber başladığımız bahçe maceramızı burada paylaşmak istiyoruz.
Bu arada Zengarden'a teşekkürlerimi sunuyorum. Hem tohumlar hemen elime ulaştı hem de birazdan paylaşacağım üzere bir çoğu daha 3 gün olmadan çimlendiler...
Eh hadi bakalım, bahçeye geçelim artık...
Bu bölüme en son neredeyse 1 sene önce yazı girmişiz. Şimdi yine bahar ufaktan güzel yüzünü gösteriyor, yine kuş cıvıltıları etrafı sarmaya başladı...
Ama bu sefer bizde bir sürü değişiklik var. Geçen sene bu zamanlar bir apartman dairesinde otururduk, annem de bahçe sevdasını ufak balkonumuzdaki saksılarıyla gidermeye çalışırdı. Sonra yazın başında uzun zamandır hayallerimizi süsleyen, Beykoz'daki yaşantıya doğru adımımızı attık. Zorlu uzunca bir süreçten sonra nihayet sonbahar gibi yeni evimizde oturuyorduk. Ama maalesef ev, taşınma hengamelerinde zaten minik ve halihazırda fena halde bakımsız olan bahçemizle ilgilenememiştik pek.
bahar gelsin de kolları sıvarız diyorduk, sonra bir de baktık ki bahar kapımıza kadar gelivermiş.
Bahçenin hayallerimizdeki gibi olması için daha çok çalışmak gerekiyor ama bu güzel baharı da sırf bu sebeple tembel tembel geçiremezdik. Bu sebeple bu sene biraz geçici, seyyar da olsa birşeyler dikmeye karar verdik, aslında kendimizi daha fazla tutamadık desek yeridir. Çünkü yıllardır suskun suskun takip ettiğimiz, imrenerek baktığımız, keşke birazcık bahçemiz olsa da biz de yapabilsek bunları dediğimiz harika paylaşımları olan forum ve bloglar artık bizi çağırıyordu.
Baharın gelişiyle,
http://www.agaclar.net/forum/index.php
forumlarında ve özellikle Sn.Meyvelitepe'nin blogunda
http://meyvelitepe.typepad.com bahar hazırlıklarını görünce artık kollarımızı sıvama vaktinin geldiğini anladık.
Öncelikle şunu belirteyim annem yıllardır ne ekse tutturan, minicik balkonda türlü bitkiler yetiştiren biri olabilir ama ben daha sulamadan öteye gitmemiş bir çaylak olarak pek cahil bir konumdayım. Huyum gereği de bir işe girmeden önce araştırmanın suyunu çıkarmaya meyilli olduğumdan yukarıda belirttiğim ağaçlar.net, meyvelitepe ve diğer birçok kaynağı günlerce hatmedip notlar aldıktan sonra Zengarden'ın gittigidiyor'daki dükkanından bir sürü tohumu sipariş ediverdim...
Annem bu kadar abartmama biraz laf etti tabii, çünkü sanırım 40'a yakın tohum çeşidi almıştım ama ne yapayım blogları okuyup insanların ne güzel şeyler yaptıklarını görünce kendimi tutamamıştım.
İşte annemle beraber tohumlarımızın bize gelişiyle beraber başladığımız bahçe maceramızı burada paylaşmak istiyoruz.
Bu arada Zengarden'a teşekkürlerimi sunuyorum. Hem tohumlar hemen elime ulaştı hem de birazdan paylaşacağım üzere bir çoğu daha 3 gün olmadan çimlendiler...
Eh hadi bakalım, bahçeye geçelim artık...
4 Şubat 2011 Cuma
Elmalı Pasta
Portakallı pastadan devşirme yeni tatlı tarifimiz:
Malzemeler:
Elmalı muhallebi için:
4 çay bardağı elma suyu
2 çay bardağı su
1 çay bardağı nişasta
1,5 çay bardağı şeker
sade muhallebi için:
1 litre süt
1,5 çay bardağı nişasta
1,5 çay bardağı şeker
1 tatlı kaşığı sakız reçeli (isteğe bağlı)
ara katı için:
2 paket kakaolu piknik bisküvi veya buğdaylı sade bisküvi
1. Elma suyunu, nişastayı, şekeri ve suyu bir tencereye alıp, devamlı karıştırarak pişirin. Muhallebi kıvamına gelince ıslatılmış, nemli bir kalıbın içine dökün.
2. Üzerlerine sütle ıslatılmış bisküvileri iki kat olacak şekilde dizin.
3. Sade muhallebiyi de ayrı bir tencerede hazırlayın. Pişmesine yakın sakız reçelini ilave edip, dizdiğiniz bisküvilerin üzerine dökün ve pastanızı buzdolabına koyun.
4. Ertesi gün, kalıbınızın altını hafifçe ısıtıp servis tabağınıza ters çevirin.
Afiyet olsun!
Malzemeler:
Elmalı muhallebi için:
4 çay bardağı elma suyu
2 çay bardağı su
1 çay bardağı nişasta
1,5 çay bardağı şeker
sade muhallebi için:
1 litre süt
1,5 çay bardağı nişasta
1,5 çay bardağı şeker
1 tatlı kaşığı sakız reçeli (isteğe bağlı)
ara katı için:
2 paket kakaolu piknik bisküvi veya buğdaylı sade bisküvi
1. Elma suyunu, nişastayı, şekeri ve suyu bir tencereye alıp, devamlı karıştırarak pişirin. Muhallebi kıvamına gelince ıslatılmış, nemli bir kalıbın içine dökün.
2. Üzerlerine sütle ıslatılmış bisküvileri iki kat olacak şekilde dizin.
3. Sade muhallebiyi de ayrı bir tencerede hazırlayın. Pişmesine yakın sakız reçelini ilave edip, dizdiğiniz bisküvilerin üzerine dökün ve pastanızı buzdolabına koyun.
4. Ertesi gün, kalıbınızın altını hafifçe ısıtıp servis tabağınıza ters çevirin.
Afiyet olsun!
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)